(I will add translation as soon as I receive it)
http://www.tugceninkitapligi.com/
The Persecution of Mildred Dunlap – Paulette Mahurin | Yorum ve Söyleşi
November 7, 2012
Paulette Mahurin’in yazdığı The Persecution of Mildred Dunlap, 1895’te geçen bir tarihi roman. Konusunu insanların birbirine karşı gösterdikleri – yada bu durumda göstermedikleri – tolerans ve hoşgörüden alıyor.
Hikaye, 1895 yılında Oscar Wilde’ın bir erkekle olan beraberliği neticesinde yargılanması ve erkekler arası ilişkinin artık İngiltere’de resmen suç sayıldığı yeni bir dönemin haberi ile başlıyor. Mildred Dunlap, Amerika’nın Nevada eyaletinde, Red River Pass isimli küçük bir kasabada, herkes tarafından kuzeni olarak tanınan ama aslen partneri ve çok yakın arkadaşı olan Edra ile yaşamaktadır.
Mildred’e karşı zaten kiliseye gitmemesi itibariyle bir tepki söz konusudur. Ve Mildred Oscar Wilde’ın haberi ile homoseksüellere karşı oluşan tepkilere şahit olmasıyla anlamıştır ki; kasabadaki hayatı ile ilgili olarak korkması gereken bir konu daha listeye eklenmiştir.
Mildred ve Edra çok iyi arkadaşlar, kendilerine güvenen ve mutlu insanlar. Kimsenin kendileri için ne düşündüklerine aldırış etmiyor olsalar bile, bu düşüncelerin doğuracağı sonuçlardan endişe duyuyorlar. Tabii ki kasabalılar, onların gerçek durumundan habersiz ama yine de risk almak istemeyen Mildred hedef şaşırtmak amacıyla bir plan yapar. Sonunda herşey daha mı kötüye gidecek, yoksa başarılı olabilecek mi, okuyup görmeniz gerekiyor…
Ama şu kadarını söyleyebilirim ki; bu konular artık İngiltere’de suç sayılmasa bile, ülkemiz dahil dünyanın birçok yerinde hala tartışmalara neden olan konular – yani hala gayet güncel bir konular – olmasına rağmen, kitap 1890′ların tarihi hissini son derece başarılı bir biçimde yaratmış. Ve en başta anlatılan kasabada yaşanmış bir olay ve Oscar Wilde’ın haberinin postaneye ulaşması sonucu kalabalığın verdiği tepkiler; yükselen sesler ve konuşmalar, kasaba halkını ve tavırlarını bir fotoğraf karesi gibi gözler önüne seriyor, var olan havayı hissetmenizi sağlıyor. Aynı zamanda, alttan alttan biranda Mildred’in neden endişelendiğini de anlıyorsunuz.
Kitabın tümüne yayılan bir gizem hakim. Çözülen her parça ile, olan yeni olayları dört gözle bekler hale geliyorsunuz ve kitabı elinizden bırakmanız giderek zorlaşıyor. Yazarın yazım tarzı gayet doğrudan ve tasvirleri, detay verişi ne okuyucuyu boğuyor, ne de sadece bir seyirci gibi hissettiriyor. O döneme ait bir çok kitapta yer alan; döneme ait jargonun kullanılmaması, bunun yerine sade bir dil tercih edilmesi, ilk anda okuyucuyu biraz etkilese de, bunu kabullenip okumaya devam ettikçe, hikaye ve karakterler ile daha kolay bağlantı kurulmasını sağlayan bir unsur haline geliyor. Bu aynı zamanda karmaşık hikayeyi ve olaylar zincirini de, okuyucunun daha kolay çözebilmesine ve adapte olmasına fayda sağlıyor.
Ana karakter olan Mildred kadar, hikayeye katkısı olan diğer tüm karakterlerinde derinliğinin olması, zengin bir anlatım sağlamış ve alt tarafta verilen mesaj ve farklı görüşler üzerinde okuyucuyu farklı açılardan düşünmeye yönlendiriyor. Gerçi yer yer, insanı birazda bu kadar içsel duygu ve düşünce ile farklı bakış açısı yorabiliyor, söylemeden edemeyeceğim.
Yine de, böyle ciddi bir mesaj içeren bir konuyu işlerken; yazar, keyifli ve sürükleyici olduğu kadar okuyucuyu boğmadan okunabilecek bir roman ortaya çıkartmayı başarmış.
Yazarın kendisi ile küçükte bir söyleşi yapma şansım oldu; buradan ulaşabilirsiniz…